‘Eren’ Selanik Belgesel Festivali’nde – Bianet

İnsan hakları savunucusu ve avukat Eren Keskin‘i tanıtan, Maria Binder imzalı “Eren” adlı belgesel 25. Selanik Uluslararası Belgesel Festivali kapsamında seyirciyle buluştu. 5 Mart Pazar günü saat 18:00’de tarihî Olympion sinemasının Pavlos Zannas salonunda gerçekleşen filmin ilk gösterimine ilgi yüksekti, salonda yer bulmak neredeyse imkânsızdı. Belgesel sanatına, insan hakları meselelerine ve komşu Türkiye’deki hadiselere hususi alaka gösteren Selanik seyircisi filmi baştan sona büyük heyecanla izledi.

2023 Almanya yapımı 95 dakikalık belgeselin gösterimi sona erdiğinde hararetle alkışlandı, ardından soru-cevap kısmına geçildi.

Normalde mesleğinin gerektirdiği dinamikler çerçevesinde tanıdığımız Eren Keskin’i film boyunca yakından takip ediyor, özel hayatı, hisleri, anıları ve bilhassa annesiyle ilişkisine dair birçok teferruata vakıf oluyoruz.

Claudia Fierke‘nin imzasını gördüğümüz müzik sayesinde filmdeki gergin anları tenimizde hissediyor, diken üstünde geçirilmekte olan bir hayatın meşakkatli yanlarını adeta özümsüyoruz.

Türkiye’nin insan hakları hususunda dünyaca bilinen negatif imajı filmde gayet objektif bir bakış açısıyla teyit edilirken akla “Görünen köy kılavuz istemez” atasözü geliyor.

Eren her yerde!

Film boyunca Eren Keskin’i adliyelerden basın açıklamalarına, avukatlık bürosundan suç mahallerine, hızlı bir tempoyla yetişirken görüyoruz. Ticari çıkar gözetmeden mesleğini idealistçe sürdüren filmin kahramanı, profesyonel hukukçu duruşunu daima koruyor olmasına rağmen kameranın onu sık sık yakın planla takip etmesi sonucunda duygularını da ele verebiliyor. Fakat yönetmen Maria Binder’in kahramanıyla uzun yıllar boyunca kurduğu yakın ilişkiye rağmen Keskin’in yaşadığı bazı tatsız dinamiklerin yoğunluğu yüzünden film ekibinin ortamdan uzaklaşarak suların sakinleşmesini beklediği anlar da var. Bu da belgeselin hakikat peşindeki macerasının samimiyetini teyit etmiş oluyor.

Filmde Eren Keskin’in ezilen tüm kesimlere yönelik hassasiyeti konusunda bilgileniyor, bilhassa Kürt meselesine sebatla eğilişine şahit oluyoruz. Filmde, Türkiye’de cinselliğin tabu olması yüzünden emniyet mensuplarının işkence suçlamalarını neredeyse kabul etmeye meyilli, “tecavüzcü” suçlamalarını ise külliyen reddetmeye kararlı olduğunu da görüyoruz.

Film sayesinde hükümetin Özgür Gündem davasına ne kadar takıntılı olduğunu, Tahir Elçi cinayetinin ardındaki kuvvetlerin barizliğini, Türkiye’nin adeta bir “suç coğrafyası” haline geldiğini de bir kez daha idrak ediyoruz.

Bu olgunun 1915 Ermeni Soykırımına kadar uzandığını, ülkede azınlık olmanın ne kadar meşakkatli bir yaşam tarzını beraberinde getirdiğini de hatırlıyoruz. Eren Keskin’in Vakıflı köyüne gerçekleştirdiği ziyaret sırasında bazı köy sakinlerinin Ermeni isimlerini ancak köylerinde kullandıklarını, tüm azınlıklar gibi kimliklerini ele vermeye korktuklarından şehirde Türk isimler kullanmayı tercih ettiklerini öğreniyoruz.

Milliyetçiliğin güdümünde Türkiye’deki linç refleksinden Eren Keskin’in hiç de azade olmadığı zaten malum…

Hususi anlar

Filmde Eren Keskin’le özdeşleşmiş İnsan Hakları Derneği Beyoğlu binasının önüne sıkıştırılan Cumartesi İnsanları’nın polis tarafından şiddete maruz bırakıldığı sekanslar da var; fakat filmi özel kılan Keskin’in annesiyle paylaştığı huzur anları diyebiliriz. Gayet saygılı ilişkileri çerçevesinde sık sık ziyaret ettiği annesinin evindeki sohbetler Selanik seyircisinin sık sık kıkırdamasına neden oldu. Çevik Kuvvet polislerinin gayet kalabalık bir ekip halinde, erkek sandıkları Eren Keskin’i ifade vermeye götürmek üzere annesinin evini bastıkları anekdot da buna dahil.

Keskin’in kedilerle yakın münasebeti bir yana iki komşu ülkenin ortak kültürlerinin bir kez daha teyit edildiği esas anekdot Keskin’in vokal kapasitesini dışa vurduğu sekans oldu. İki dilde de bilinen şarkıyı Keskin söylerken karanlık salondaki fısıldaşmalar konserlerdeki çakmaklarla eşdeğerdi; Keskin’in kusursuz yorumu da cabası. Grek seyircinin kesinlikle fethedildiği anın bu olduğu yadsınamaz.

Hakkındaki onlarca suçlamanın ve davanın gölgesinde sürdürülen bir hayatın gerginliği bize de nüfuz ederken Barış Treni davasından beri göz aşinalığı halinde olduğum Eren Keskin’i bu kadar yakından tanımak bir şanstı. Keşke Burgaz’a geldiğinde, gittikçe çirkinleşen, betona ve asfalta teslim edilen Ada’nın, nispeten tabi ve estetik kalabilmiş bir köşesinde onu ağarlayabilseydim.

Eren Keskin’in adalet ve barış için sürdürdüğü mücadele gözönüne alındığında, böylesine bir belgesel çekilmesini çoktan hak ediyordu.

https://www.youtube.com/embed/2L8Ay5IzmHo

Soru-cevap

Film gösterimi sona erdiğinde bir seyirci tarafından film çekimlerinin gergin, zor ve tehlikeli olup olmadığı sorulunca belgeselin yönetmeni Maria Binder mikrofonu yönetmen yardımcısı Ebru Kırancı‘ya uzattı. Daha önce çektiği “Trans X İstanbul” filminin kahramanı da olan Ebru Kırancı Türkçe konuşmaya başlayınca, festivalin gayet profesyonel çevirmenlerinden hazır bulunanı bir an afalladı, derken Maria Binder çevirmenlik yapmaya girişti. Kırancı her zamanki gibi fazlasıyla ayrıntılı bir anlatıma geçince Binder çeviride zorlandığını ifade etti. Bunun üzerine Türkçe ve İngilizce bilen bir seyirci imdatlarına yetişti ve elinden geldiğince Kırancı’nın sözlerini tercüme etti.

Ülkede psikolojik baskının ne kadar artmış olduğunu, yüksek sesle hükümet aleyhinde herhangi bir şey söylenemediğini, hürriyetlerin kaba kuvvetle kısıtlandığını, Türkiye’nin demokratik bir rejimle yönetilmediğini duymayan kaldı mı ki!

(MT/AÖ)

https://bianet.org/bianet/yasam/275245-eren-selanik-belgesel-festivali-nde